İnşaat sektörünün temel unsurlarının başında gelen yapı üretim süreçleri; yaşam standartlarımızın değişimi, teknolojik yenilikler, şehirleşmenin yükselişi ve yaşadığımız çağın gerekliliklerine göre değişmek, yenilenmek, dönüşmek, gelişmek ve yeni sistemlere göre kurgulanmak durumundadır.
Birçok alanda dünün doğruları bugünün yanlışları olabildiği gibi öncenin lüks kabul edilen şeyleri de günümüzün standart uygulamaları arasında görülebilmektedir.
Tarihsel süreçte irdeleyecek olursak günümüzde klasik yapı üretim modelleri artık geçerliliğini yitirmiş durumda bulunuyor. Geçmişten bugüne kamu işlerindeki müşavirlik kavramı, yapısal gelişime adapte edilemeyen inşaat teknolojileri, 1999 depremi sonrası getirilen yapı denetim sistemi, kentsel dönüşümün ilgili kanun ve yönetmeliklerle uygulamaya konulması gibi belirli dönemlerde yoğun şekilde gerçekleştirilen faaliyetlerin artık başlangıç zamanlarındaki etki düzeyinde olmadığı ve başka sorunları beraberinde getirdikleri yaşanılarak tecrübe edilmiştir.
Yaşadığımız çağın mevcut konjonktürüne göre hemen hemen her konuda sürdürülebilir gelişim ve yenileme elzem olmuştur. Mevlâna C. Rumi’nin dediği gibi: “Dün dünde kaldı cancağızım. Bugün yeni şeyler söylemek lazım!”
Bu yazı içeriğinde, son zamanlarda geniş bir şekilde uygulama sahasına sahip olan ve herkesin kendine göre yorumladığı ve uyarlamaya çalıştığı “kentsel dönüşüm” kavramının, stratejik planlama esasları itibariyle nasıl “yapısal gelişim” modeline dönüştürülmesi gerektiğini değerlendireceğiz. Şüphesiz ki geliştirilmeyen dönüşüm, niyetler ne kadar iyi olsa da negatif sonuçlar doğurabilir.
Yapısal gelişimin temelinde öncelikli olarak uluslararası standartlarda büyük ölçekli bir master planlama yatmaktadır. Şehir ölçeğinde değerlendirme yapmadan üretilen noktasal çözümler, toplam faydaya dayalı değer üreten projeler olamaz. Toplumun bütününü ilgilendiren bu çok önemli konuda hata yapılmamalıdır.
Kentsel dönüşüm sürecini incelemeye başlamadan önce “kent/şehir” kavramının ne ifade ettiğini ve şehirleşmenin nasıl bir tarihsel altyapısı olduğunu doğru anlamak gerekiyor. Uzunca tanımlara, sosyolojik analizlere, sanayi ve bilişim devrimlerinden sonra gelişen toplumsal hayatla birlikte yeni dünya düzeninin etkilerine, tarihsel perspektifte kentleşmenin kronolojik ilerleyişine bu yazı içeriğinde yer veremeyecek olsak da (bu kavramlar akademik düzeyde çok sayıda tez konusu olmalı) genel olarak kentleşmenin, nüfus artışına bağlı olarak toplu yaşamın gerektirdiği ihtiyaçları karşılayacak şekilde yaşam alanları üretmek olduğunu ifade edebiliriz.
Globalleşen dünyada en iyi imkanlara sahip olması hedeflenen insan hayatı için gerekli ihtiyaçlar günden güne değişse de temel gereksinimler çerçevesinde şehirlerin oluşumu; barınma, eğitim, kültür, ulaşım, turizm, sanat, sağlık, altyapı, lojistik, sosyalleşme, rekreasyon ve çalışma alanlarının etkileşimli olarak ele alınması sonucu bütüncül bir yaklaşımla kurgulanmalıdır. Çok önemli başka bir unsur da günümüzde artık inşaat dünyasının soyut kavramlarının (yazılım, akıllı bina, inovasyon, sürdürülebilirlik, yenilenebilir enerji, teknoloji, yapay zekâ, sanal gerçeklik, metaverse vs.) somut gerçekliğinden (kalıp-demir-beton vs.) daha ön plana geçmiş durumda olmasıdır. Bütünüyle bir yapısal gelişim stratejisi olmadan dönüşümü, değişimi, yenilemeyi ve hatta gelişimi de tam olarak gerçekleştiremeyeceğimizin bilincinde olmamız gerekiyor.
Yaşadığımız yüzyıl itibariyle dünyada kentleşme yoğunluğunun artma süreci ve 5 yıllık süre zarfında dünya nüfusunun neredeyse tamamına yakınının (%90) kentlerde yaşayacağının öngörülmesi şehirleşme sürecindeki planlama yaklaşımlarına verilmesi gereken önemi çok net bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu veriler ışığında her açıdan (ekonomik, kültürel, sosyal, teknolojik vs.) dünya genelinde yaşanmakta olan değişimler, küreselleşme süreciyle beraber hızlı bir kentsel planlama ve dönüşümü de beraberinde getirmektedir. Pandemi sonrası bu süreçte yapılan uygulamalar da bütünüyle revize edilmek durumunda kalmıştır. Tarihsel bilgi birikimimizin ötesine geçerek mevcut durum itibariyle daha efektif adımlar atabilmek, doğru gelecek öngörüleri yapabilmek ve hızlıca aksiyon alarak yaşam alanlarımızı iyileştirmek zorundayız artık.
Ülkemizde 2012 yılı itibariyle temel çıkış noktası olarak depreme yönelik hazırlanan “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun” ile birlikte “Kentsel Dönüşüm” kavramı hayatımıza girmiş ve doğrusuyla yanlışıyla gündemimizde olmaya devam etmektedir. Bu kanunda “Riskli Yapı” ve “Riskli Alan” adı altında iki çeşit tanımlama yapılmıştır. Küçük ölçekli tek bir yapının yıkılarak yeniden yapılmasının da çok geniş bir alanda milyonlarca m² inşaat alanına sahip çok fonksiyonlu yaşam alanları inşa edilmesinin de “Kentsel Dönüşüm” kavramı ile ifade edilmekte olduğunu görüyoruz. Proje geliştirme açısından baktığımızda sadece riskli bölgelerde dönüşüm değil ülkenin tamamında ekonomik ömrünü tamamlamış eski yerleşimlerin yenilenmesi çabası mevcuttur.
Depreme hazırlık ve yapı yenileme çalışmalarıyla birlikte hızlanan kentsel dönüşüm uygulamaları kapsamında Emlak Konut, TOKİ, Belediyeler, diğer ilgili resmi kurum ve özel kuruluşlar tarafından farklı alanlarda hayata geçirilen çok başarılı belirli örnek projeler mevcut. Ülkemizde değerli işler yapmak üzere hepimizin ortak hedefi, mevcut ve yeni yapılacak bu gibi projelerin sayılarını artırmak suretiyle şehir ölçeğinde etkileşimli olarak planlamaya katkı sunmak olacaktır.
Kentsel yenileme, dönüşüm, değişim vs. adına ne dersek diyelim bu işlem sadece; mevcut eski konutları yenilemek, binaları yıkıp olduğu yere yeniden inşa etmek, sadece ekonomik kazanç elde etme amacıyla yoğun yapılaşmalara gitmek, finansal gayelerle üretilen inşaat alanlarının niteliğinden bağımsız olarak niceliğini artırmak, farklı konseptlerde markalı konut projeleri inşa etmek değildir. Yazı içeriğinde belirttiğim iyi örnekler haricindeki çok sayıda uygulamada görüldüğü üzere ülkemizdeki yapısal olarak gelişimi hedeflemeden gerçekleştirilen kentsel dönüşüm uygulamaları; genel olarak çoğunlukla ruhsatsız, yasalara uygun olmayan, plansız inşa edilmiş konut alanlarının, hazırlanan imar planlarına veya plan tadilatlarına göre düzenlenmesi ve parsellerde bina yükseklikleri (kat adetleri) artırılmak suretiyle çok katlı yeni binalar inşa edilmesi olarak ele alınmaktadır. Arsa sahipleriyle müteahhitler arasındaki anlaşma zemininin, herkesin olması gerekenden daha fazlasını talep eder hale gelmesiyle zorlaşması da bu negatif durumu körüklemektedir. Bir sorunu çözelim derken daha farklı birden fazla potansiyel problemle karşı karşıya kalınabilmektedir.
Bina yenileme işlemi aslında kentsel dönüşüm kavramından bağımsız olarak bireysel bazda her zaman yapılabilecek bir işlemdir. Bütünü planlamadan küçük parçaları düzeltmeye kalktığımızda uğraştığımız iş sürdürülebilir olmayacak ve geçici çözümler sunmaktan öteye gitmeyecektir. Kentsel planlamalar bölgesel olarak daha üst ölçekte ele alınıyorken uygulamalar da ada, mahalle, ilçe, il ve hatta bölge bazında olmalıdır.
Kentin bütününü ilgilendiren bir konuda sadece noktasal bazda bir çözüme odaklanır, diğer etki ve sonuçları göz önünde bulundurmazsak telafisi mümkün olmayan veya çok zor olan sıkıntılarla karşılaşabiliriz. Örneğin bir baraj inşaatı yaptığımızı düşünelim. Enerji ihtiyacından yola çıkarak sadece suyun önüne set çekerek ek kaynak üretme konusuna odaklanır ve tüm emeğimizi buradan gelecek kazanıma harcarsak, baraj sebebiyle meydana gelecek ekolojik problemler, tarihi alanların su altında kalarak tahrip olması, doğanın dengesinin bozulması, yaşam alanlarının etkilenmesi vb. birçok sorunu kendi elimizle meydana getirip ileride daha fazla problemle uğraşmak zorunda kalırız. Burada önemli mesele optimum kazanım elde etme dengesini sağlayabilmektir.
Kentsel dönüşümü yalnızca eski binaların yıkılarak yerlerine yenilerinin yapılmasına indirgeyemeyiz. Bunun birçok sebebi olsa da buradaki en önemli nokta, yıllar öncesinde çarpık kentleşmeyle yeterli planlama yapılmadan büyüyen şehirlerin kaotik durumlarını bir yarım yüzyıl daha devam ettirmeleri demektir. Kentsel dönüşüm parsel bazlı değil ada ölçeğinde olmalıdır. Tekil olarak binalar yıkılıp aynı noktada daha yüksek yeni binalar yapmak meseleyi çözmez. Hatta aynı noktada yeni binada daha fazla kişi yaşayacağı için ulaşım, altyapı, hizmet sorunları artmaya başlar. Fakat ada bazında bir yenileme düşüncesi olursa nitelikli yaşam alanlarıyla birlikte gerekli olan sosyal donatılar için de alan kazanılmış olur. Böylece maliyet avantajıyla birlikte ulaşım ve otopark problemi de ortadan kalkacaktır.
Ekonomik ömrünü tamamlamış ve riskli durumda olan yapı stoğunun yenilenmesi sürecinde imar planı düzenlemeleri, vergi avantajları, kredi kolaylıkları, teşvikler, bürokratik işlemlerin kolaylaştırılması vb. çok önemli kamu faaliyetleri gerekli ama yeterli değildir. Hak sahipleriyle inşaat proje geliştiricilerinin (müteahhit, yatırımcı, iş ortaklıkları, GYO vs.) de hakkaniyet ölçüsünde ortak paydada buluşabilmesi ve iletişim becerilerini geliştirmesi gerekiyor.
Sonuç olarak kentsel dönüşümün yerine artık yapısal gelişim kavramını değerlendirmemiz gerektiğini, bu konuyu da geniş bir vizyonla ele almamızın stratejik olarak önemli olduğunu vurgulamak isterim. Çünkü doktorun hatası gömülür (toprak olur gider), mimarın/mühendisin hatası ömür boyu abide gibi kalır (hayatımız boyunca bu hata ile yaşamak zorunda kalırız) denir. Şehirlerimizi inşa ederken yapılan hatalarla bir ömür yaşamak zorunda kalmamak için resmî kurumlar, meslek odaları, sivil toplum kuruluşları, müteahhitler, işletmeciler, vatandaşlar kısacası hepimiz büyük bir özveriyle üzerimize düşen görevi en iyi şekilde yerine getirmeliyiz.
Sağlıklı zamanlar dilerim, selam ve saygılarımla…