İktisat biliminin temel kavramlarından biri olan “Ceteris Paribus”, diğer tüm şeyler değişmeden, başka değişkenler sabitken, öteki koşullar aynı kaldığı sürece veya diğer durumların tümü sabit anlamına gelen Latince bir deyimdir. Ekonomide bir konuyu değerlendirirken diğer faktörlerin değişme olasılığını ortadan kaldırmak, ele alınan duruma etki eden yalnızca iki değişken arasındaki korelasyonu belirlemek için kullanılır. İngilizce karşılığı “all other things being equal” şeklinde ifade edilir. Bu terimin tam tersi, değişmesi gerekenler değiştirildi anlamına gelen “Mutatis Mutandis” ifadesidir. Felsefe, hukuk ve iktisat gibi alanlara ilişkin metinlerde kullanıldığı görülmektedir.
Karmaşık ekonomik meseleleri daha kolayca anlayabilmemizi sağlayan ceteris paribus varsayımını literatürümüze kazandıran Alfred Marshall’a göre iktisat bilimi, insanların günlük ihtiyaçlarını incelemektir. İktisatla ilgili analizlerinde geometriden faydalanan Marshall, ekonomideki birçok teknik konuya açıklık getirmiştir.
Ekonomistlerin daha derinlemesine tanımlamalar yapabileceği ve ekonomi sözlüğüne ait maddeleri tarihi perspektifte açıklayabileceklerinin bilincinde olarak, bu yazının ana başlığını genel itibariyle iş dünyasında nasıl kullanabileceğimizi değerlendireceğiz.
Basit bir örnekleme yapacak olursak, belirli bir yerde hava sıcaklığındaki değişimin gazlı içecek satışlarını nasıl etkilediğini incelerken diğer tüm faktörlerin değişmediğini varsayarak yalnızca sıcaklık derecesi ile satış rakamları arasındaki ilişkiye bakarız. Elbette ki bir gazlı içeceğin satışını onlarca farklı etken değiştirir ama ceteris paribus mantığıyla meseleyi tek bilinmeyenli bir denklem haline getirip noktasal olarak mantıklı sonuçlara ulaşabiliriz.
Son zamanlarda sıkça gündemimizde olan “Merkez Bankası faiz artırırsa dolar kuru düşer” veya tam tersi varsayımı genellikle bu şekilde sonuçlanır. Global perspektifteki kabuller doğrultusunda tanımlandığında, iki değişken (faiz-kur) arasındaki bu karşılıklı ilişki diğer tüm etkenler sabitken hep aynı sonucu verir ama bazen yaşayarak görüyoruz ki durum öyle olmaz. Faiz değişim kararı sonucu dolar kurundaki değişiklik beklentisi tersi yönde seyreder. İstisnalar kaideyi bozmaz düsturundan yola çıkarak, hayatımızın akışını etkileyen çok sayıda bilinmeyen olmasına karşın bilimsel teorileri kullanarak doğruya ulaşma yaklaşımımızı az değerli göremeyiz.
Örneklere devam edecek olursak aynı şekilde, belirli bir gazeteye tam sayfa ilan vererek bir konut projesindeki satış rakamlarını artırıp artıramayacağımız konusu da bu kapsamda ele alınabilir. Proje sahasında bir satış ofisi inşa etmek mi yoksa şirket genel merkezinde pazarlama faaliyetlerini yürütmek mi daha etkili bir ticari başarı elde etmemize olanak sağlar meselesi, gayrimenkul sektörü oyuncularının sık karşılaştığı bir durumdur. Elbette ki bir sonuca etki eden çok değişken vardır ama işi basite indirgeyerek bir çıkarım yapmak, genellikle doğru karar almaya bizi bir adım daha yaklaştıracaktır.
Diğer şeylerin sabitliği kavramının pratikte ne kadar uygulanabilir olduğu tartışılır ama teoride mükemmel analiz becerileri sağladığı yadsınamaz bir gerçektir. Şüphesiz ki diğer tüm değişkenleri sabitlemek fiziki dünyamızda mümkün olamayacağı için sağlıklı analiz yapabilmenin temelinde entelektüel ve duygusal zekaya sahip bir öngörü yönetimi yatmaktadır. Etki-tepki tahminleri, neden-sonuç araştırmaları, girdi-çıktı aşamaları özelinde yapılan tüm etütler, odağımızdaki konuya ihtiyacımız olan açıklamaları getirebilmek adına gerekli olsa da yeterli değildir. Öznemizle ilgili tüm verileri, tecrübeye dayalı bir sezgisel öngörü yeteneğiyle birleştirerek iş sürecini modelleyebildiğimiz ölçüde başarı potansiyelimiz artacaktır.
Fen bilimlerinde ele alınan olgular doğrulanabilir, tekrarlanabilir ve hatta matematiksel olarak ispatlanabilir olsa da sosyal bilimlerin konusuna dahil alanlar, sübjektif kriterlere göre ölçümlemeye oldukça açıktır. Karar verme aşamasında olunan bir hususta, her uzman “bana göre şöyle” veya “bize göre böyle” dediği noktada asıl hedefimiz, mutlak doğruya göre ne olması gerektiğini tespit etmek olmalıdır. Bu noktada ceteris paribus anlayışı bizi doğruya götürecek yol haritasını verebilecektir.
Gayrimenkul, sanayi, inşaat, turizm, finans, altyapı, lojistik, bilişim teknolojileri ve enerji gibi farklı sektörlerde geliştirilen projelerle ilgili, yatırım kararının alınmasından önce yapılan fizibilite çalışmalarında mutlaka önemli her nokta es geçilmeden ele alınmalıdır. Zamanın ruhuna uygun olarak, projemiz kapsamında her bir değişkenin hedeflediğimiz sonucu nasıl şekillendireceği analiz edilip raporlanarak proje, bir bütün halinde kurgulanmalıdır. Bu işin başlı başına bir sistem modelinden ibaret olduğu ve her bir projenin doğru yönetilen bir sürece sahip olması gerektiği hiçbir zaman unutulmamalıdır.
Diğer tüm faktörlerin etkisini sıfır veya sabit varsayıp yalnızca bir değişkenin sonuca etkisini sorgulamak ve bu konuda ulaşılacak istatistiksel verilere göre kabuller yapmak amacıyla listelenebilecek örnek sorular:
-
Bir gayrimenkul projesinin televizyonda reklamının yayınlanması satışlara nasıl yansır?
-
Fabrikadaki çalışanların motivasyonunu artırmak amacıyla dönemsel olarak yapılacak masa tenisi turnuvası verimliği ne kadar yükseltir?
-
İnşaat üretim maliyetlerindeki artış işçilik kalitesini nasıl etkiler?
-
Tatil köylerinde (büyük ölçekli otel komplekslerinde) sunulan eğlence aktivitelerinin çeşitliliği doluluk oranlarını nasıl değiştirir?
-
Finans dünyasındaki sigorta sistemi güven endeksini hangi şekilde etkiler?
-
Altyapı yatırımlarına harcanan kaynaklar denizlerimizde müsilaj oluşumunu nasıl değiştirir?
-
Bilişim sektöründe kurulan bir proje ekibinin çalışan sayısı, tasarlanan yazılımın niteliğini ne ölçüde şekillendirir?
-
Yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı bize yol-su-elektrik olarak nasıl geri döner?
İki değişken arasındaki sebep-sonuç ilişkisinin araştırılması ve bu tespitlerden anlamlı çıkarımlar elde edebilmek amacıyla bu gibi sorular her işin özelliğine göre sonsuz sayıda artırılabilir.
Alışılagelmiş iş yapma metotlarında ısrarını sürdüren şirketlerin yöneticileri, ticarete dair ezberlerinde olanı pek dönüştürme eğiliminde değillerdir. Daha önce bir konuda attıkları herhangi bir adım başarılı olmuşsa aynı şeyi yaparak veya o etkenin debisini artırarak daha üst seviye bir yarar sağlanabileceğini düşünürler. Bunun tam tersini negatif yön için de düşünebiliriz. Çoğu zaman da şirket yönetme eğilimlerinde bir değişikliğe gitmeden aynı organizasyon yapılanmasıyla devam ederek eskiye nazaran daha iyi sonuçlar elde edilebileceği yanılgısına düşerler. Halbuki Albert Einstein aynı şeyleri tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar beklemeyi delilik olarak tanımlamıştır.
İş hayatındaki kararlarımızdan dolayı oluşacak sonuçları, daha gerçekleşmeden önce en küçük detayıyla birlikte tanımlama veya öngörme imkânımız olsa bu durum bize ne kadar güç katar bir hayal edelim. Yönetmek eyleminin aslında öngörmek olduğundan yola çıkarak karar mekanizmamızı geliştirecek eylemlere önem vermeliyiz.
"Başarılı olmaya değil, değerli olmaya çalışın" diyen Albert Einstein’a bir kez daha kulak verelim. Başarmayı hedeflediğimiz her işin ülkemize ve insanlığa katma değer sağlayacak projeler olmasını temenni eder, sağlıklı zamanlar dilerim…