Yaşamımız boyunca ne giyeceğimizden nerede ikamet edeceğimize hangi filmi seyredeceğimizden nereye yatırım yapacağımıza ve genel olarak nasıl bir yaşam süreceğimize kadar birçok konuda alternatifleri değerlendirerek seçimler yapıyor ve kararlar veriyoruz.
Hangi konuda olursa olsun kararlarımızı ne şekilde veriyoruz diye hiç düşündük mü? Seçmediğimiz diğer seçenekleri hangi gerekçelerle eliyoruz ve bunların alternatif maliyeti ne oluyor? Karar verme mekanizmasını tetikleyen en önemli unsur olarak IQ mu daha ön planda yoksa duygusal zekâmız mı? En kötü kararın kararsızlıktan iyi olduğundan hareketle mutlaka bir seçim yapmamız gereken noktada görüşümüzün doğruluğunu nasıl teyit edebiliriz? Kişi, zaman, mekân ve kültürden bağımsız olarak mutlak bir doğru var mıdır? Bu gibi soruların sayısını ve çeşitliliğini artırabiliriz ama cevap arayışında olduğumuz temel mesele önünde sonunda “doğru karar vermek” merkezinde kümeleniyor diyebiliriz.
Bilim insanları karar verme ve seçim sürecinde beynin hangi bölgelerinin ne şekilde çalıştığını, hangi durumda vücudumuzda hangi hormonların salgılandığını ve seçimlerimizi hangi kriterlere göre yaptığımızı belirleyebilmek için sürekli araştırma ve deneyler yapıyor. Çeşitli ölçekteki anketlerle ve nitelikli incelemelerle istatistiki verilerin de elde edilmesiyle birlikte her geçen gün daha detaylı bilgi sahibi olabiliyoruz bu süreçlerle ilgili.
Yapılan araştırmalar sonucu yetiştiğimiz çevre, değer yargılarımız, fizyolojik ve psikolojik etkenler, eğitim durumu, eylemlerimiz neticesindeki ödül ve ceza anlayışımız gibi birçok etkenin karar süreçlerimizi etkilediği görülmektedir. Bu yazı içeriğinde teknik çok fazla detaya girmeden, karar verme süreçlerini etkileyen iki farklı noktada örnek niteliğindeki durumu temsil eden bir sinema filmi ve bir deneyden bahsetmek istiyorum sizlere.
Öncelikle değerlendireceğimiz ilk örneğimizde, yönetmen koltuğunda Sidney Lumet’in oturduğu 1957 yapım tarihli sinema filmi “12 Öfkeli Adam” var.
Tiyatro oyunu versiyonları da bulunan 12 Öfkeli Adam, cinayetle suçlanan bir genç ile ilgili karar vermekle yükümlü 12 jüri üyesinin karar alma sürecini konu ediyor. Latin Amerikalı bir genç adam, babasını öldürdüğü gerekçesiyle cinayetle suçlanır. Mahkemede sanık suçlu bulunduğu taktirde idama mahkûm edilecektir.
Tüm filmin tek bir odada geçtiği bu kült sinema filminde mahkeme jürisinde bulunan 11 kişiye karşı çocuğun suçsuz olduğunu savunan ve herkese karşı tezleriyle direnen 1 kişinin ne kadar etkili olduğu ve diğer tüm jüri üyelerinin çocukla ilgili filmin başındaki “suçlu” yargılarından filmin sonunda kendi iradeleriyle “suçsuz” kararına dönüşlerini izliyoruz.
Karşıt görüşe sahip büyük bir topluluk karşısında tek bir kişinin mantıklı öneriler öne sürerek ve durum tespitleriyle açıklamalar yaparak diğer tüm jüri üyelerini teker teker ikna etmesine ve kararlarını değiştirmelerine tanıklık ediyoruz filmde.
Hayatımızda hiç böyle bir durumla karşılaştık mı? Herkes aksini düşünüyorken biz tam tersi yönde bir kanaate sahip olup kararımızda ısrar ederek mantıklı bir şekilde izahat da yaparak topluluğa karşı direndik mi mutlak doğruya ulaşmak için? Herkes giderken Mersin’e biz gittik mi tersine? Filmde ya o tek kişi de topluluğa uyup olaylara karışmadan kolay yola sapsaydı, sorgulamadan, zahmet de çekmeyerek herkesin söylediğine bakarak genel kanaate göre “suçlu” deseydi çocuğa ne olacaktı? Tabi ki suçsuz bir çocuk idam edilecekti. Hayali bir kurgu da olsa aslında dramatik bir olayı anlatan, gerçek hayatta da karşılaşılabilecek bu konuyu iyice bir düşünmemiz gerekiyor.
İkinci örneğimizin konusu 1950’li yıllarda yapılan “uyum deneyi” Polonya asıllı ABD’li sosyal psikolog Solomon Asch’in yaptığı ve verdiğimiz kararlarda çevrenin etkisi ve baskısını çok iyi açıklayan bir deney olarak karşımıza çıkıyor. Bu deney “Asch deneyi” olarak da bilinmektedir.
Deneyde, bir grup katılımcı ve önceden belirlenmiş anlaşmalı oyuncu grubu yer alıyor. Deneye katılacak olan katılımcılara bir görüş testine girecekleri söyleniyor. Bir odada toplanan gruba öncelikle farklı boyutlarda üç çizginin bulunduğu bir resim gösteriliyor. Daha sonra başka bir referans çizgi gösteriliyor ve referans çizgiyi ilk resimdeki üç çizgi arasından bulmaları isteniyor. Bu sorular birkaç aşama boyunca farklı şekillerde soruluyor. Başlarda doğru cevap veren anlaşmalı oyuncu grubu daha sonraki sorularda yanlış cevap vermeye başlıyor. Deneyden haberi olmayan katılımcı ise ilerleyen etaplarda doğru cevabı gayet açık bir şekilde gördüğü ve bildiği halde diğerlerinin verdiği cevaplara şaşırsa da gruba uymak adına o da yanlış cevabı doğru diye söylüyor. Ne yapsın garibim herkesin “öyle” dediği şeye nasıl “böyle” desin! Çıkıntılık yapmaya gerek görmüyor.
Buradaki incelediğimiz ilk durumda bir kişi topluluğun geri kalan tüm üyelerini ikna ederek kararlarını değiştirmelerini sağlıyor, diğer durumda ise o tek kişi doğru olanı adı gibi bilmesine rağmen dışlanmamak veya ayıplanmamak adına topluluğa uyumluyor kendisini ve yanlışa doğru veya doğruya yanlış diyor. Şimdi hangisi kolay hangisi zor bu durumların?
İş dünyasında veya özel hayatımızda bilinçli veya bilinçsizce acaba bu yazı içeriğinde ele aldığımız gibi anlarla ne kadar çok karşılaşıyoruzdur. Bir konuda görüş beyan etmeden önce hangi kriterlere göre süzülüp geçiyor beynimizden değerlendirme başlıklarımız? Acaba dünyada mutlak doğru denen bir kavram var mı yoksa kararlarımız insan olmamızdan ötürü sübjektif midir her zaman? Durum böyle iken kurumsallıktan veya profesyonellikten ne anlamamız gerekiyor?
Bu ve benzeri sorulara cevap arayışlarımızın bizi herhangi bir konuda doğru karar vermeye bir adım daha yaklaştıracağına inanıyorum. Bireysel olarak verilen veya topluluk olarak alınan her kararın öncesinde yeterli ölçüde yapılması gereken araştırma, analiz ve planlama aşamalarındaki çalışmalar, sürecin en önemli adımları olarak değerlendirilmelidir.
Sistematik düşünmek, tez üretmek, mantıklı analiz ve sentezler yapmak sadece bilim insanlarına bırakılacak bir alan değildir. Toplumun her kesiminin bu analitik düşünce yapısına sahip olarak hangi kararı neye göre verdiğinin bilincinde olması, gelişmiş toplum seviyemizi bir adım daha ileriye taşıyacak en stratejik unsurlardan birisidir.
İşin aslı her şey önce düşünceyle başlar. Hayatımızın her alanında hepimizin doğru adımlar atabileceğimiz mutlu, huzurlu ve başarılı olmak için zihin ve kalp açıklığıyla gerekli kararları verebileceğimiz bir bilinç düzeyinde olmamızı dilerim.
Pandeminin her geçen gün yaşamımızı daha da zorlaştırdığı bu dönemde herkese sağlıklı zamanlar diliyorum. Selam, saygı ve sevgilerimle…